Son Dakika
Mesut Uçakan ile Yücel Çakmaklı üzerine…
İslam’ı, geleneksel toplum anlayışını hiçe sayarak yeni bir toplum inşa etme gayesi ile Anadolu insanının kendi kültüründen uzak senaristlerin elinde kukla olduğu bir dönemde sinema salonlarında bilet satıyordu Yücel Çakmaklı. Milli, manevi değerleri önceleyerek sinema yapmanın mümkün olduğu inancı ile Milli Sinema anlayışının kapısını araladı.
“Sinemanın okulu yoktu benim zamanımda, ben sinemayı önce izleyerek öğrendim” diyen Çakmaklı’nın sinema ile tanışması Afyon’dan İstanbul’a iktisat okumak için geldiği yıllara dayanıyor. Aynı yıllarda gazetecilik enstitüsüne de devam eden Çakmaklı, hayatını Şan sinemasında bilet satarak sürdürüyordu. Cebinde ise izlediği filmlere ait notlar vardı.
Yeni İstanbul gazetesinde sinema eleştirileri yazdığı yıllarda sinema içerisinde alışılmışın dışında bir duruş sergileme fikrinin de alt yapısını oluşturmaya başlamıştı. Pek çok filmde yönetmen asistanlığı yapan Çakmaklı, yazdığı yazılarla da Türk İslam anlayışına uygun bir sinemanın mümkün olduğunu anlatıyordu.
Sektörün tüm yırtıcı tırnaklarına rağmen, inanç ve inatla ilk olarak “Kâbe Yolunda” belgeselinin yönetmenliğini yaptı. Ardından Mesut Uçakan’ın “Türk sinemasında bir milat” dediği “Birleşen Yollar” filmini çekti.
Yücel Çakmaklı’nın Türk sinemasındaki devrimci duruşunu, filmlerini ve Türk toplumuna sinema ile yeniden hatırlattığı değerleri yönetmen Mesut Uçakan’la konuştuk.
Yücel Çakmaklı, Türk sinemasında kendinden önce denenmemiş yollar keşfetti. Bunları konuşmak istiyorum. Ama öncelikle sizin tüm bunların dışında “Yücel Abi”yi anlatarak başlamanızı rica edeceğim.
Rahmetliyle ilk karşılaştığım yıllara gidelim, isterseniz. Üniversiteyi okumak ve daha çok da temelli kalmak üzere taşradan İstanbul’a geldiğimde kafamda büyük bir şair ve yazar olmak vardı. Ama yolum Milli Türk Talebe birliği Sinema Kulübün’e düştü. Yücel ağabeyle orada tanıştım. O dönemden sonra da hemen hemen ben en yakınında yakınlarından biri oldum. Yücel Ağabey’in Milli Sinema adını vererek sinemaya getirdiği bir bakış açısı vardı. Bizler, MTTB Sinema Kulübü’nde bu bakış açısını sahiplendik, yazılarımızda, seminerlerimizde, açıkoturumlarımızda savunduk; bu kavramı şekillendirmeye çalıştık. Haliyle ilişkimiz de, hem o dönemde hem daha sonraları yoğun şekilde sürdü. Bilinenin aksine hiç bir filminde asistanlık yapmış değilim.
Batı sinemasının ülkemizde bir kültür taşıyıcılığı yapmakta olduğu hissine kapılarak kendi sinema yolunu çiziyor Yücel Çakmaklı. Yazıları ve filmleri ile neyi göstermek istedi, neyin eksikliğini gördü ülkemizde?
Onun Milli Sinema’sı sosyal ve kültürel bir başkaldırıydı. Malum; Türkiye’de bir dönem bir beyin nakli yapıldı. Resmi ideoloji, İslam’ın medeniyet ruhunu terk edip, dümeni batı taklitçiliğine doğru kırdı. İslam toplum hayatından çıkarıldı. İncelikli ama sert operasyonlarla hukuktan, siyasetten, sosyal hayattan soyutlandı. 15 Temmuz’da darbe kalkışmasında da mantık çok farklı değil. Önceki darbelerde hemen hemen hep aynı mantık vardır. Sözünü ettiğimiz beyin nakli kitleleri milli değerlerden pek çok alandan uzaklaştırmıştı. Bilhassa kültürden ve sanattan… Bu operasyona karşı duranlar oldu: Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Mehmet Akif, Nuri Pakdil, Cemil Meriç ve daha yüzlercesi… Sinemada ise ilk dur diyenler olarak, soldan çarpılıp, dönen Kemal Tahir, Halit Refiğ ve Metin Eksan’ı görüyoruz. Yerli ve milli duygularla bayrak açan ise Yücel Çakmaklı oldu. Sonra da biz geldik, öyle Milli Sinema, Beyaz Sinema gibi dolayımlı laflara girmeden meselemizin sinemada İslam’ın sesi olmak istediğimizi ve artık bunu söylemekten çekinmemek gerektiğini filmlerimizle, yazılarımızla ve konuşmalarımızla daha açıkça dillendirdik. Hem de öyle yasaklarla dolu bir dönemde.
Sinemada tarihinde Yücel Çakmaklı’yı okumadan geçmek başta Türk sinema tarihi için çok büyük haksızlık olur.
Birleşen Yollar, Minyeli Abdullah, Oğlum Osman, Memleketim… Bu filmler Türk sinemasına nasıl izler bıraktı?
Sinema, kurulduğu dönemden beri, tiyatro etkisindeki yılları saymazsak, 1950’lerde yerini bulmaya başladı diyorlar ama Yücel abiye gelene kadar yani 70’li yıllara gelene kadar olduğu gibi resmi söylem çerçevesinde olaylara bakan, hiç bir şekilde İslami dili gündemine almayan, aksine saldıran bir pozisyondaydı. “Vurun Kahpeye” filminden hatırlayın. Cılız bir ses de olsa “bu milletin değerlerine sahip çıkmak zorundasınız” diyen sesler yoktu. “Hz İbrahim” gibi, “Hz. Ömer” gibi, “Rabia” gibi filmler de aslında ticari kaygıya yönelik bir çalışmaydı aslına bakarsanız. Bilinçli bir toplum oluşturmaya yönelik çalışmalar değillerdi.
İşte tam da bu dönemlerde Yücel Çakmaklı önce yazılarıyla sinemada buna dikkat çekmeye çalıştı, ardından sinemada yansıtmak için bunun planlarını yaptı. Ve bu sinemayı entelektüel bir seviyeye taşımak için kapıyı aralayan, içeri giren Yücel abi oldu.
O kapıyı onun gibi sektörün içinde olan birinin aralaması iyi oldu. Bizler de o kapıyı zorlardık. Ama o sinemanın içerisindeydi ve 52 filmde asistanlık yapmıştı. O yıllarda oluşturduğu dostluklarla Türkan Şoray’ı filminde başrole yerleştirmeyi başardı. Filmin ses getirmesinin en önemli etkenlerinden biriydi Türkan Şoray… Bu nedenle “Birleşen Yollar”ı bir milat olarak görmek lazım. Çünkü aynı sene Yılmaz Güney de Marksist sinemada milat oluşturacak bir çalışma sergiledi. Daha sonra tabi biz arkasından gelerek bu işleri sürdüren işler yaptık. Böyle bakıldığında Yücel Abi tarihte önemli bir yere sahiptir.
Tarık Buğra’nın kitaplarını sinemaya uyarlamak, Hekimoğlu İsmail’i çekmek, “Huzur Sokağı”nı sinemaya taşımak… Bunlar büyük başarılardı. Yücel Abi’yi sinemanın tarihi kitaplarında okumadan geçmek Türk sinema tarihi için büyük haksızlık olur.
Görüldüğü kadarıyla Yücel Çakmaklı ile çok güzel bir dostluğunuz ve bilrikteliğiniz var ama “Türk Sinemasında İdeoloji” kitabınızda Yücel Çakmaklı’yı çokça eleştiriyorsunuz. Bu meseleyi biraz açar mısınız?
Yücel Ağabey’in filmlerinde Yeşilçam ticari kalıpları çok hakimdi, din ve milli kültür bazen iğreti şekilde duruyor gibiydi. Hatta bazı filmlerinde plaj sahneleri bile vardı. İçinde bulunduğumuz ideolojik yoğunlukta bunları kabullenemiyorduk. Bu konularda fazla heyecanlıydık. Ama, benim göremediğim şeyler de vardı. Dine düşman bir resmi ideoloji ortamında Yücel Bey ilk defa milli bir ses olarak çıkıyordu sinemada. Böyle ortamlarda meseleyi sembol kavramlarla götürmenin zorunlulukları vardır. Gençlik heyecanlarıyla bunu doğru okuyamadık. Eleştirilerimiz de bu yoğunluktan kaynaklandı. Bizim yaklaşımımızın çok radikal kaldığını ve kimilerini irrite ettiğini göremedik. Görsek de aldırmadık. Sonradan rahmetlinin kıymetini daha iyi gördük tabii. Ama, bütün eleştirilerime rağmen Yücel ağabeyin yüz yüze geldiğimiz zamanlarda dahi bana kendisini neden eleştirdiğimi hiç sormamış olması ilginçtir.
Döneminin şartlarına ve sosyo-kültürel yapısına rağmen çığır açarak yükselen bu sinema günümüze yeteri kadar taşındı mı sizce? Neden sürdürülemedi?
Başta söylediğim noktaya geliyoruz. Kendi kültürümüze yabancılaştırılan bir toplum oluşturma çabası vardı. Ve bu çaba nispeten sonuçlar verdi. Biz kendimize yer verecek mecralar bulmakta zorlandık. Şimdi de başka türlü sorunlarla mücadele ediyoruz; o zaman Müslüman seslere yer yoktu, şimdi de kim daha çok Müslüman, bunu tartışarak meselenin dışında kalıyoruz.
Tam anlamıyla taşındı diyemeyiz. Yani Milli Sinema diye bir şey yok aslına bakarsanız. Milli Sinema kavramı estetik olarak da sinema dili olarak da farklı bir söylem getirmediği için sinema akımı olarak kalmıştır.
Aslında Çakmaklı ilk filminin Necip Fazıl’ın bir eserinden uyarlama olmasını istiyor, bunu da röportajlarından biliyoruz. Ama siyasi sansürün baskın olduğu yıllar olduğu için daha kabul görebilecek olan “Birleşen Yollar”ı çekerek başlıyor. Ancak 50 küsur yıllık sinema geçmişinde maalesef bir Necip Fazıl uyarlaması çekemeye ömrü yetmedi. Bu görevi size bırakıyor öyle değil mi? Var mı bir Necip Fazıl projesi?
Evet, çok istedi fakat maalesef, Üstad’ın hayatını çekmek nasip olmadı rahmetliye. Vefatından sonra bunu biz yürütelim dedik; Mehmet Kısakürek’le bir müddet çalıştık; fakat karşılaştığımız ketum tavırlar yüzünden tıkandık, ilerleyemedik. Bugün Üstad hakkında yapılacak bu tür film, dizi gibi çalışmalarda bu tavılar büyük bir engel olarak duruyor karşımızda. Oysa, bugünkü toplumun Üstad’ın eserlerinden yapılacak filmlere, dizilere öyle büyük bir ihtiyacı var ki…
Röportaj: Seda Şennik Ateş
Kaynak: https://www.dunyabizim.com/soylesi/mesut-ucakan-ile-yucel-cakmakli-uzerine-h24665.html